Hani vardır ya,
Uzun zamandır ertelenen ama bir türlü zaman bulunup da yapılamayan ziyaretler.
İşte onlardan birisini geçtiğimiz hafta sonu telafi amacıyla Atina’ya gittim.
Venizelos havaalanında indikten sonra, Atina beni yazdan kalma bir günle karşılıyor.
Uçaktaki mürettebatı saymasak yolcular arasındaki dört beş kadar Türk’ten biriyim.
Havaalanındaki uzun kuyrukta, pasaport kontrol için beklerken bir Yunan polisi beni çağırarak diplomatik personelin giriş yaptığı kapıdan kontrolümü yapıp ülkeye soktu.
Hala ne diye bu jestin yapıldığını anlayamadım.
Sonra kapıda dostum George karşıladı.
Otel, muhabbet, balık restoranı derken ikindiye doğru Akropolise gitmek üzere George’dan izin alarak ayrıldım.
Akropoller, eski Yunanda kral saraylarının ve tapınakların bulunduğu yerlere verilen isim.
Akropolis Atina’nın ortasında tüm şehre hâkim bir dağın tepesinde ve yürüyerek çıkmak oldukça yoruyor.
İlk önce antik bir anfi tiyatro karşılıyor gelenleri.
Kalıntılar üzerinde etrafı seyrederken, Ege’nin öbür tarafındaki Anadolu topraklarında antik tiyatrolar gözümün önüne geldi.
Aslına bakarsanız bizim Aspendos’daki antik anfi buradakinden çok daha görkemli.
En tepedeki Phantenon klasik eski Yunan mimarisinin en şık yapıtlarından biri.
Kralın evi ve tapınak bir arada.
Güneş batmaya başlıyor, bildik bir Pazar günü, şehir sessiz ve sakin.
Şehir bildik bir Türkiye şehrini andırıyor.
Biraz İstanbul, biraz da Bodrum, biraz Antalya.
Etrafta birkaç turist ve benden başka da kimseler yok.
Birazdan ziyaret saati bitiyor, görevliler kibarca çıkış yolunu gösteriyorlar.
Akropolisten yavaş yavaş şehir merkezine yürürken küçük bir hatıra alıyorum yanıma,
Sokrates ve Platon’un heykelcikleri.
İkisi de eski Yunan da birer ekol.
Sokrates çok tanrılı inanışın yaygın olduğu yapıya baş kaldırınca baldıran zehiri içirilerek öldürülmüştü.
Düşüncelerini ise ölümünden sonra öğrencilerinden Platon kaleme aldı.
***
Ege’nin bu tarafında diğer tarafına çok benziyor.
Sokakta yürüyen sıradan bir Yunanlı İstanbul’da, Konya’da, yâda Ankara’daki bildik Türk simalarından farksız.
Erkekler de bıyık, elde tespih çok rastlanan bir motif.
Hanımları da hep bakımlı.
Gündemde Papa’nın Türkiye ziyareti var.
Tüm Yunan televizyonları İstanbul’daki toplu protestoları dakikalarca ekranlarına taşıyor.
Diğer bir konuda adi bir cinayet haberi,
Avda öldürülen 5 gencin haberi.
Cinayetin faili hala meçhul.
***
Ertesi gün öğle saatlerinde Yunanistan parlamentosunun önündeyim polis panzerleri yolu
kesip, trafiğe kapatmış trafik allak bullak.
500 kadar sendikacı, hükümeti protesto ediyorlar.
Karamanis’i seslerini duymaya çağırıyorlar.
Polis kalabalığa müdahale ediyor.
Küçük bir arbede.
Yokun kenarından Türkiye’nin Atina büyükelçiliğine doğru yürüyorum.
Elçilik parlamento binasına yakın ancak Türk bayrağı ortalıklarda görünmüyor.
Yunanlı fanatiklerin saldırılarından bıkan elçilik görevlileri bayrağı çatıya taşımışlar böyle olunca da sokak ta bayrak görünmüyor.
Bir süre sonra Atina’nın Kuzeyine gidiyorum.
Taksisine bindiğim Yunanlının adı Yani,
İstanbul Rumlarındanmış.
Türkçe konuşuyoruz.
Ailesi ile 1955 olayları sonrasında evleri yakılınca Atina’ya göçmüşler.
Evde çocuklarım bilmez ama ağabeylerimle biz hala Türkçe konuşur anlaşırız diyor.
İstanbul deyince 40 yıldır nasıl özlediğini anlatıyor.
Uydu alıcıyla da sürekli Türkiye televizyonlarını izliyormuş.
Bana gezimin bu bölümünde mihmandarlık etti.
Akşam yine George ile beraber balık restoranındayız uskumru, hamsi, istavrit, soğuk mezeler bir bir masaya geliyor.
Yaprak sarmasına dolma, yoğurda yoğurt, kalamara kalamari, cacığa cacıği diyorlar.
Ne kadar benzeşiyoruz.
400 yıl beraber yaşayınca da doğal olarak böyle oluyor işte.
Akşam Kilifros’a gidiyorum.
Buranın şehrin krema tayfasına hitap ettiği her halinden belli.
İstanbul’un Bağdat Caddesi gibi
Her şey üst gelir grubuna göre tasarlanmış.
İnsan simaları, arabalar, evler, caddeler, fiyatlar her şey bir anda başkalaşıp bir anda küçük Amerika oluyor.
Saat 10 oldu, otele gitmek üzere taksiye biniyorum.
Platon Otel.
Ertesi sabah İstanbul’a geri döneceğim.
Mutluyum, ertelenmiş işlerimi burada bitirdim.
Beni 4 aydır bekleyen George ziyaretimden çok memnun.
Yolda Konya’ya dönünce beni bekleyen işlerim aklıma geldi.
Koca bir of ama hem de ne of…
Gelecek haftaki yazı New York’dan.