Ankara’ya 2003 yılının oniki Mayısında geldim. Geldiğim gün işe başlamış sayıldım. Çözmem / rehabilete etmek de diyebiliriz / için elime verilen ilk işlerden biri Ankara’nın büyükçe ilçelerinden birinin temsilcisi olan arkadaşın düzensiz ödeme takvimiydi… Tüm samimiyetim ile bu arkadaşa asılıyor, yalvarıyor ve yakarıyordum… Sekreterimiz Hayriye boşuna çenenizi yormayın Memduh bey diyordu… Bu arkadaş adam olmaz…! Hayriye Hanımı haksız çıkarmak değil di derdim… İşimi yapıyor ve bu kangren olmaya yüz tutmuş / büro-temsilci / ilişkisini düzeltmek için uğraşıyordum. Zaman Hayriye Hanımı haklı çıkaracaktı. Samimiyetim, tecrübem, didinmelerim boşa çıkmıştı. Dahası Hayriye Hanımım kupkuru bir şekilde haklı çıkmasına razıydım. Daha fazlasını sarmıştı başıma bu arkadaş. Kaliteli bir yalancı olsa razıydım… O an aklına gelen ilk yalana, bahaneye sığınıyor, iki ay önce ödemesi gereken paranın ödemesi için üç gün sonrasına söz veriyordu. Arkadaşımız bana tecrübe kazandırmıştı… “Bak Fuat diyordum… sen bırak üç gün sonrasını… on gün sonra… vaat ettiğin paranın / verme süresi geçeli de aylar olmuş / yarısını ver… ben hep senin yanında olayım ve bu görevi, işini elinden almayalım… Olmuyordu. Ödeme takvimi ve ilişkimiz bir türlü maya tutmuyor, orta yolu bulamıyorduk. Daha vahim olan, işi üzerime aldıktan sonraki sürede… ben bu çetrefilli işi ilk aldığıma göre borcu daha da artmıştı… Çözümlüğü doğru dört nala at koşturuyorduk… Akledebildiğim tüm çözüm önerilerini deniyordum… Olmuyordu… Sen bir proje üret… çözüm paketi getir… adım at diyordum… Yine olmuyordu… Gitgide komikleşiyordu ilişkimiz… O kadar açık ve bariz yalan konuşuyordu ki şöyle demek zorunda kalıyordum… “Fuat, şimdi, şu an, söylediklerini yazayım… bir sonraki görüşmemizde bunları inkar edeceksin…”… Utanmıyor, “Yaz abi…” diyordu… Bu çocuksu yolu bile denemiştim yola gelsin diye… Yanılmamıştım… İnkar etmemiş ama aradan geçen dört gün içindeki bahanelerin verdiği sözü tutmasına engel olduğunu söylemişti…
Ve temsilciliği aldık elinden… Bu yalancı, düzenbaz adam babasından da anormal derecede korkan biriydi… Bizim için geç kalınmış bir kesifti bu zayıf yönü… Yinede değerlendirmeye değerdi.. Babasını arayacağımızı ve üzerinde gözüken paramızı tahsil etme yoluna gideceğimizi anladığından akıllanmış ve sanki yola gelmişti… Bir kez daha yanılacaktım. Yalan konuşmayı böylesine sıradanlaştıran insanda daha ne düzenbazlıklar ve sahtekarlıklar varmış meğerse…
Babama haber vermeyin, borcumu en kısa sürede ödeyeceğim demiş ve daha bir ay önce evlendiği eşinin kolundaki bilezikleri rehin olarak bırakmıştı. Boktan bir durumdan bir an önce nasıl sıyrılacağımızı düşünürken…. Bir gün hiç hesapta yokken büroya uğramış… şen şakrak davranıp… çay içmişti… Büroda ben ve o dönemler yanımızda çalışan Abdullah vardık… Ben gelen telefonlara bakarken Fuat çıkmıştı… Bir ara Abdullah… abi biri sanki kapıyla oynuyor demişti… Aç kapıyı kimmiş görelim dedim… Beş dakika önce çıkmış olan Fuat kapının önündeydi ve asansörü beklediğini söylüyordu…
Aptallığımın zirvesinde olmalıyım ki hiçbir şeyden kuşku duymamıştım. Aradan yarım saat geçmemişti… Dışarıya çıkmam gerekiyordu ve anahtarlarımı yanıma almak için masamın gözüne uzandığımda anahtarın olmadığını gördüm… Kapı ile birinin-Fuat’ın- oynaması… Fuat’ın asansör beklemesi… Fuat’ın bürodaki kasada olduğunu bildiği bilezikler… sebepsiz uğraşıyı… neşeli davranışı… Bulmaca tamamlanmıştı ama anahtar uçurulmuştu… Ne kadar yalancı ve sahtekar olsa da bir insanı hırsızlık ile itham etmekte ağır bir durumdu… Vebali vardı… Emin olmak için tüm büroyu birkaç kez baştan aşağı, Abdullah ile beraber aradık… Anahtarlarım yoktu… Anahtarlarımı Fuat yürütmüştü… Çalmıştı… Hırsızdı… Ne yapmalıydım… Tavırsız kalmam hepten aptallığıma yorumlanabilirdi… Gece Fuat’ın büroya gelmesini bekleyip suçüstü yapabilirdim… Cep telefonundan aradım… Telefon çalıyor fakat açmıyordu. Mesaj attım… “Fuat, bu olay aramızda kalacak… Şeytana uyarak aldığın anahtarları… uygun bir yere bırak, almaya geliyorum…!”…Cevap akıllara zarar… cevap kara mizahtı… “ Bir ara elimdeydi ama sonra bıraktım…!” Çekmecenin gözünde duran anahtarların elinde olmasının nasıl mümkün olacağını düşünemiyordu… Basireti bağlanmıştı… Kapının ve kasanın kilitlerini değiştirdik… Yaptığı hırsızlık yanına kar kalmamış… lekelenmiş… babasının araya girmesi ile borcunu ödemiş ve Ankara’yı terk etmişti Fuat…
Bu olaydan bir yıl kadar sonrası…
Akşam sekiz suları… Büroda kendi odamda oturmuş… mahmur bir halde kitap okumaktayım… Sanki bir çocuk eli kapıyı tıkırdatıyor… Ki iki yıldır kullandığımız büronun kapısının tıklatılarak açıldığı vaki değil…
Ayağa kalkıp kapıya doğru yöneldiğimde tıkırtı kesilmişti. Emin olmak için kapıyı açtım.Genç bir kızın merdivenlerde aşağıya doğru iniyordu. Kapının açılma sesiyle birlikte başını döndürmüş bana bakıyordu. Bizim apartmandan eğildi. “Birini mi arıyordunuz?” dediğimde kapının önüne kadar gelmiş ve benim kapının üzerinde unuttuğum anahtarlarımı göstererek…” Anahtarlar kapının üzerinde kalmış, onları vermek için kapınızı çalmıştım.” Niye zile basmadığını sordum hemen. Ziliniz çalışmıyor dedi. Zil çalışıyor olmalıydı. Bastım. Çalışmıyordu. Bu arada –daha sonradan yaşının onaltı olduğunu öğrendiğim Gamze- genç bayan hemen kapının önüne sırt çantasından bir şeyler boşaltmaya başlamıştı. Ne alırsan bir milyon türü şeylerdi sattığı ürünler.
Kapının önüne serdiği ve pazarlamaya başladığı ürünlerden daha çok ip askılı elbisesinden apaçık gözüken göğüsleriydi ilk dikkatimi çeken.. Toplayın lütfen diyebildim nefsimse gem vurarak. İçeriye buyur ettim. Yere yaydığı ürünleri çantasına tıkıştırdı. İçeri geçtik. Yeniden masanın üzerine yayıldı ürünler. Üç parça tencere altlığı alıp, üç milyonu verdim. Sigara içebilir miyim diye sordu. İkram ettim. Oturdu. Birkaç klasik soru sordum. Gözleri buğulandı bir anda. Ne sorayım? Ne diyeyim. Bilmiyorum. Senin bir sıkıntın var sanırım dedim diye hatırlıyorum. Başladı anlatmaya. Mamak tarafında oturuyordu. Annesi ile babası ayrılma aşamasındaydılar. Gamze ve beş yaşındaki erkek kardeşi babası ile kalıyordu. Babası çalışmıyordu. Çalıştığında da kazandığı parayla içki içiyordu.Lise ikiye gidiyordu. Üniversite okumak istiyordu ama kursa gidecek imkanı yoktu. Şiir yazıyordu. Sevdiği bir genç vardı ancak onunla da daha yeni ayrılmışlardı. Ayrılma sebebi ise sevdiği insanın onunla beraber olmak istemesiydi.
Bir insanın acziyetinden, mahrumiyetinden keyif çıkaracak değildim. Ancak öykü ayağıma gelmişti. Tek soru ile bir anda bu kadar çok şey anlatan bir genç kıza birkaç soru daha sormak istiyor ve belki onun için yapabileceğim insani bir şeyler olur ise yapabilirim diye düşünüyordum. Birkaç soru daha sordum. Karnı aç değildi. Çay da içmeyecekti. Konuşmaya ihtiyacı vardı. Sigara üzerine sigara yakıyor, kah ağlayarak, kah kendini kaptırarak konuşuyor, konuşuyordu.
Günlük kazandığı parayla yaptığı en güzel şey kardeşine aldığı dondurmaydı. Annesi ile babasının bir araya gelmesini istediğini söylerken ağlıyor ya da gözleri buğulanıyordu. Peki işler nasıldı ve niçin böyle bir işi tercih etmişti. İşler iyi değildi. İşler iyi olurdu olmasına da erkekler sattığı ürünlerden başka şeyler talep ediyorlardı. Utancımdan oturduğum yerde küçülüyordum. Çünkü bende göğüslerinde göz gezdirmiştim gayri ihtiyari. Gamze anlatmaya devam ediyor, dökülüyordu. Elli yaşında göbekli adamlar, seni bir kere öpeyim, çantanda ne varsa hepsini alayım diyerek pazarlık yapıyorlardı. Durdu bir an. Gözlerimin içine bakıyordu. Sizde benden bir şey istemeyeceksiniz değil mi? dediğinde… böyle bir soruyu beklemiyor olmanın şaşkınlığı yaşamıştım. Yok, yok dedim… Benim istediğim yalnızca konuşman. Bu sırada şunu da eleştiri babında soru olarak sormuştum. Çok güzel ve dekolte giyindiğinin farkındasın değil mi? Göğüslerin öylesine açıkta ki…!
Gamze bu sorularımı duymamış gibi yaptı. Hayattan, sevgilisinden, anne ve babasından şikayet ediyordu hiç durmamacasına. Yitip gidecek bir hayatın başlangıcında duruyordu. Sevgilisi ile sevişiyorlardı sevişmesine ya o hep daha fazlasını istiyordu. Başka bir iş bulsan kendine dedim. İş yok dedi kısaca. Şikayet ve gözyaşları yalan değil di… Fakat şikayet ettiği hayatı devam ettireceğini de söylüyordu. Para kazanmalıydı. Kardeşi, dondurma isterdi ondan. Geleceği vardı. Kursa yazılacaktı. Güzel elbiseler giymek istiyordu. Makyaj ve sigara ve yol parası vardı. Hayat zordu.
Anahtarlık elimde… şaşırarak dinliyordum. Fuat’ı hatırladım. Gamzenin iyi niyet ile kapının üzerinde gördüğü anahtarı sahibine –bana- vermek kapıyı çalışı ile Fuat’ın anahtarlarımı masamın çekmecesinden çalışı… Onlatı yaşında daha hayatı tanıyamadan kaybolmaya doğru yol alan bir genç kız… Ve sahtekar ve yalancı ve düzenbaz ve hırsız Fuat… Anahtar benim elimde. Anahtar benden Fuat’a, Fuat’tan Gamze’ye, Gamze’den tekrar bana geçiyor… Anahtar aynı anahtar. Açtığımız kapılar farklı. Bende bu kapıyı kapıyor ve anahtarları olabildiğince uzağa atıyorum.
|
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız
( Toplam 1 yorum
yapılmış )
|
bazen gecenin damarına saplanmış, narkoz yerine kelime sızdıran bir ecza olur hatıralar, bazen bir ağlamak başka herşeyi geride bırakarak eski bir öykünün içinden çıkagelir. insanların gözlerinde, 'insan'ın hikayesini bulan memduh bey, kendi yazı serüveninde de, er geç bir gün, düştüğü yeri yakan, yağmalayan sonra da mamur eyleyen tek ve gerçek hikaye'nin gözlerini bulacak, buna eminim... |
|
|
|
|
|
Yazarın Tüm Yazıları |
|
|
|
|