Sıhhiye'de köprü altında araba bekliyorum. İki saat kadar önce Ankara'nın
kalibresi yüksek bir lokantasında yemek yemişiz ve tek celsede -beş kişi-
yarım asgari ücret ödenmiş kasaya. Bu yemekte bulunmuş olmamı sorgulamak
istiyorum. Sen pisliksin oğlum diyorum kendi kendime. Lafa gelince çok,
icraat gelince yok..! Saat 23.30.. Ne gelen var ne giden. Büroda kalamam,
dış kapı 22.00 de kapanıyor. Eee o zaman. Mutlaka eve gitmem gerekiyor.
Seçenek, Hacıbayrama gidip, Pursaklar arabalarına bineceğim. Hasköy
sapağında inip, yarım saat daha yürüyerek eve ulaşmak. Yaz olsa üşenecek,
bir parka gidip uzanacağım.
Gece sevimsiz, bulaşık suyu gibi pis bir yağmur. Başımda uyuşuk bir
ağrı.Canım sıkkın.
Sanki yavşaklık alameti kravat boynumda Ulus'a yürüyorum. İyice ıslanıyorum
bu arada. Neşelenmek için suların göbeğinden yürüyorum. Şap şap sulara bata
çıka yürümek çocukluğuma götürüyor beni. Her seferinde anamdan azar
işittiğim ve sanki doyasıya hiç yürüyemediğim yağmurlar. Çocukluğum boncuk
boncuk yağmurları. Ve sanki o yağmurlar daha bir temiz, daha bir
yıkanmıştı..!
Hacıbayramın orada son, döküntü müşterileri bekleyen minibüse biniyorum.
İçerisi dumanlı ve anason kokuyor. Şoförün tam arkasına oturuyorum. Arabada
benimle beraber beş kişi var. O civarlarda bulunan meyhanelerden gelenler
oldukları hem yaydıkları kokudan, hem muhabbetten belli. Sanki hamamdayız ve
çırılçıplağız! Sanki hepsi bevliyeci! Ve hepimiz kadın etine tutsak! Birkaç
kişi daha biniyor. Kalkmaya yakın, kara, kuru otuz yaşlarında bir bayan
geliyor nefes nefese. Affedersiniz diyor şoföre ''Mekanda cüzdanımı unuttum,
beş dakika bekler misiniz?'' Daha şoföre kalmadan uzmanlardan bir kaçı tabi
tabi diyorlar. yılışık ve yayvan seslerle. Dönüp bakmak, bu tebelleş
suratları görmek istiyorum. Gördüğüm, çizgileri kaybolmuş, içkiyle
tütsülenmiş suratlar. Gecelerin bayanı mekandan cüzdanını alıp geliyor.
Ayakta birkaç yolcu ile birlikte nihayet hareket ediyoruz. Araba, geçtiği
bütün yolların çamurunu üzerinde, çamlarında toplamış. Dışarısı süliet
olarak zor görülüyor.
Daha Dışkapıya varmadan hemen arkam sıra bir patırtı kopuyor. Cam kenarında
oturmuş, zirvede bir sarhoşluk yaşayan kırk yaşlarındaki adamın yanında
oturan bayana -ki yirmi kişi içindeki tek bayan- sarkıntılık yaptığı
anlaşılıyor. Ve işte bundan sonra başlıyor asıl edebi metin.
Lan ayıptır, insan utanır, senin anan kız kardeşin yok mu, . müsün oğlum
sen, yaşından da mı utanmıyorsun.
Kadın kalkıp benim oturduğum ön sıranın sağ başına oturuyor. En fazla tepki
veren yirmibeş yaşlarındaki delikanlıda benim yanımda oturmakta. İlginç bir
üçlüyüz şimdi. Gecenin bu saatinde - saat bire geliyor- takım elbise,
kravat, çanta. çöle bir yerden bir şekilde düşmüş misyonerler gibi aptal
aptal neler olduğunu anlamaya çalışan ben, arabanın namusunu kurtaran Robin
Hood ve gecelerin kadını. Kadına bakıyorum, kadından başka her şeye
benziyor. Kara, kuru, kurumuş zeytin gibi bir şey. Tahta gibi bir beden!
Yalnız gözleri az önceki sarkıntı hadisesinden çok öncesinden gelen bir
yırtılma, bir acı yaşıyor. Büyümüş, acıyla patlayacak kadar irileşmiş
gözler. Gözlerinin ardında depremler olmuş sanki. Kıyametin dehşeti ancak bu
kadar irileştirir gözleri. Kim bilir diyorum, ne acılar yaşadı da bu hallere
düştü. Şimdi evinde, şimdi sevdiğinin koynunda. şimdi basma entarisi içinde.
şimdiler boğazımı düğümlüyor.. şimdiler beynimi yumrukluyor. şimdi
ağlayacağım. Tanrım, ne işim var benim bu arabanın içinde. Oysa iki saatte
yürüyerek varabilirdim eve.
Yanımda oturun delikanlı arkamız sıra oturan, kadına sarkıntılık eden adamın
gırtlağı sıkıyor, bir iki tokatta patlatıyor bu sıra. Adam dayak yedikçe
açılıyor. Sanki diyor salyalarını saça saça Aydan Şener mi. Manken mi?!
Orospu değil mi?!
Utanıyorum!
Ayıp oluyor beyler diyeceğim. diyemiyorum.
Midem bulanıyor, kusacağım.
Yüzüm geriliyor, çirkinliğim artıyor.
Soförde hiçbir hareket yok. Aynadan dikizliyor sadece. Belli ki böyle
muhabbetlere fazlasıyla aşina.
Sarkıntılık yapan adamı aşağı atıyorlar. Topumuza küfür ediyor aşağıdan.
Kısmen ayık olan birkaç sarhoş, hiç sözlerini sakınmadan ve geri vites
kullanmadan, şoförü kastederek, dur şunun anası, bacısını . türünden bildik
vecizeleri sıralıyorlar.
Şoför işinin ehli. Yavaş yavaş hareket ediyor.
Yanımda olan delikanlı -Robin Hood- cep telefonu ile bir yerleri arıyor.
Hemen her aradığını baştan aşağı sıvazlıyor. Yanında oturan bayan değil mi
diye bir daha bakıyorum. Evet, bayan onun yanında oturuyor. İnsan diyorum,
eşinin, anasının yanında bu kadar rahat küfür edemez. Olayları görüp şahit
olmayan biri, yanımda oturan delikanlıyı dinliyor olsa tam olarak şöyle
düşünebilir. Adamın üzerinde pantol, don falan yok. Yani çıplak. Libidosu
yüksek! Hiç mi hiç sansürsüz küfür ediyor. O kadar çok tekrar ediliyor ki bu
vecizeler, acı bir gülümseme ile arkadaş Padişah macunumu yedin diyorum
içten içe..
Anlamıyorum. Başım zonkluyor. Anlamıyorum. Küfür etmek salt bir erkeklik
göstergesi olup çıkıyor. Bunca küfrü ağız dolusu ve iştahla eden insanların
cinsellikleri nasıldır, bunlar nasıl sevişir. Bunlar ''seni istiyorum'' der
mi? Şiir okur mu bu adamlar..
Bu insanlar toptan horoz mu yoksa.
Yoksa körler ülkesinde gözü açık olmak mı benim cezam.
Ne zaman ve nerede bunca sefil ve sefih olduk.
Hasköy sapağında arabadan iniyorum.
Yanlış anlaşılma olmayacağını bilsem, kadının kolundan tutup indireceğim
aşağıya.
Kendime gelmem için, kaldırıma oturuyorum öylece.
Paltom, pantolonum, ayaklarım ıpıslak.
Öteme berime çamur bulaşıyor.
Saatime bakıyorum.
Biri geçiyor.
Yani benim doğum günüm.
|
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız
( Toplam 3 yorum
yapılmış )
|
sen bir şehre girdiğin vakit, evvela ayyaşların, küfürbazların, fahişelerin uykularına düşer bir rüya...senin gelişin, o rüyaların hayra yorulacak tek yanıdır...
bir kez açıldı mı gözlerin, görmeden edemezsin Memduh bey; bir kez kanamayı öğrenedi mi kalbin, ne yapsan geri duramazsın kesik atmaktan..
sen bir şehre girdiğin vakit, kalbini en hayın saklambaçlarda, en kuytu yerlere saklayanlar, öyle çırılçıplak, öyle 'insan'a namzet bir yüreğin nabzını duyarlar caddelerde, meydanlarda..-ve insanlar unutsa, caddeler unutmaz Memduh bey; caddeler unutsa, 'zaman' unutmaz... |
|
|
|
Hayattan beklediklerimizle hayatın bize verdikleri ne kadar farklı değil mi? İşte bu anlamsız, bir o kadarda kötü ve insanın midesini bulandıran sözlerde hayatın bir parçası her ne kadar istemesekte.En kötüsüde hayatımızda hep olacağı ve görmezkikten gelmemiz... Güzel olansa yağmur. Sanki tüm pislikleri alıp götürüyor ya da ben öyle hissediyorum daha da güzeli ise o yağmurda yalın ayak saatlerce yürümek sende çok seversin bilirim :) aaaa unutmadan doğum günün kutlu olsun nice mutlu yıllara... |
|
|
krdln
[
2006/12/25 15:33
] |
|
sayın yazarım doğum gününüz kutlu olsun..bahsettiğiniz olaya gelince..yıllardır anlayamadığım bir şey bu ağız dolusu ve en yakası açılmadık küfürlerin savrulması..sanki erkekliğin tek göstergesi..bir erkek olarak sizinde rahatsız olmanız sevindiricimi desem acaba..sizi bile rahatsız etmiş..güzel sözlerin güzel ifadelerin kullanıldığı yüreğin söze aksettiği günleri ne zaman görürüz?..aslında bu hal ruhun çürümüşlüğün bir ifadesi değilmi.. |
|
|
|
|
|
Yazarın Tüm Yazıları |
|
|
|
|