:. Haberler
  Bilişim
  Dünya
  Eğitim
  Ekonomi
  Kültür Sanat
  Politika
  Sağlık
  Spor
  Yaşam

  :. Gruplar
  Hava
  Söyleşiler
  Yazarlar

Uykusuzluk neler yazdırıyor insana… 
Memduh Nihat Ada   ( memduh_nihat@mynet.com )

Yattığım yer yani yatak kızgın, öfkeli ve beni rahatsız etmek için günün bütün soğuğunu, puştluğunu toplamış. Bir ucundan diğer ucuna yuvarlanıyorum. Şekilden şekle giriyorum. Uzanıyor, kısalıyor, büzülüyorum. Gözlerimi zorluyorum. Olmuyor. Uykunun getireceği mutluluğa uzağım.

Altıma işediğim için nenemin elcukleri ile yaptığı çıtır çıtır ot yatağı, perdenin aralığından görünen yıldızlar… uzaktan uzağa köpek havlamaları, hemen camın ötesinden sanki “hadi gel seninle sırlarımızı paylaşalım” diyen ateş böcekleri, onlara inat kurbağaların geceyi teslim alan yaygaraları, ineklerin altımızdaki ahırdan gelen homurdanmaları… dabanca sesleri, kahveden dönen dayımın ve arkadaşlarının bahtiyar ve delikanlı gülüşleri. O günlere, o uykulara ne kadar uzağım şimdi.

Yatağında ebadı olmalı… Yatak ne kadar büyük olursa işkencede o kadar azman oluyor. Düşünce değil, düş değil, kabus. Karabasan. Heyula. İşkenceden işkence beğen. Koyunlar, keçiler, inekler hep yüz tane. Sayıp sayıp baştan alıyorum. Bitiyor.

Kulakları çınlasın Emine ablamla daha gün ağırmadan hayvan otlatmaya giderdik. Tüyden hafif yürüyüşü ile nenem gelir kaldırırdı beni. “Uşuğum istersen gitme..!” derdi. Küçüktüm. Beş yaşında anca vardım. Uykulu gözlerimi ovuşturarak hemen kalkar, o buz gibi canım sularla yüzümü yıkar ve hazırlanırdım. Efendi Babam namaz için kalkardı. Harmanın dibinde ekili olan ve üzerlerindeki çiğ damlaları ile otuz yıldır bir daha aynı tadı bulamadığım domates ile salatalardan koparır, anneannemim yaptığı gorik tuzun içinden çıkardığı bir kalıp peynir, ekmek… güğümle suyu alır, yola dizilirdik. Çarşıdan cici mama gelmiş olsa bile bu ayrı yenirdi. Dahası cici mama ekmekten sayılmazdı. O pasta, o börek gibiydi.
Kapıyı açar açmaz kemre kokusu ve buğusu yüzünüze çarpan ahırdan hayvanları çıkarır yola dizilirdik. Kabana getirirdik ineklerimizi. İneklerimiz ya iki olurdu ya da üç tane. Geçen arabaları sayabileceğimiz kadar yakındı Maçka-Erzurum yolu… Her gün aynı oyunu oynardık bıkıp usanmadan… Geçen arabaları sayardık. Bir gün ben Trabzon’dan Erzurum yönüne giden arabaları tutardım, bir gün ablam… Sayılarımızı ablam sayardı. Ablam on yaşındaydı.
Kızılay’ın tam göbeğine kamyonlarca kurt, çakal, sırtlan indirmek gibi bu yatakta uyumaya çalışmak. Bu aç, bu vahşi, bu uzlaşma sevmeyen hayvan sürüsünün Sakarya’ya, İzmir Caddesine, Sıhhiye’ye Güvenpark’a doğru dağılışları gibi dağılıyor düşüncelerim. Birinin önünü kesene kadar bir diğeri talan etmiş oluyor bir düşüncemi. İnsanlar ağır çekim, uyuşuk hareketler ile yürüyor ve hareket ediyorlar. Her şey ağır çekim. Hiç kimsede şaşkınlık belirtisi yok. Bir tek çocuklar biraz tedirgin. Bu şaşkınlığa düşmemiş olmamaya hayret ediyorum. Aptal aptal bakıyorum. Bu azgın hayvan sürüsü ile bu kibar görünüşlü insan taifesinin bu denli anlaşabilir ve yakın olmalarının üzerine kafa yoruyorum. Aynı zihniyet diyorum. Farkımız yok birbirimizden.
Her taraf kan lekesi. Ayaklardan, kollardan, memelerden, apış aralarından kan izlerini sürüklüyor insanlar. Kiminin gırtlağı parçalanmış, kiminin yüzü kaybolmuş… Herkes yine işinde… Günün ritmi azalmıyor, artmıyor. Ölen ölüyor, kalan sağlar devam ediyor.
Benim çocukluğumun “bizim oralardasın da” yaz başında hayvanları ahırdan çıkardıklarında / kış süresince içeride kalmış olmanın darlığı ile / hayvan nereye koşacağını bilmeden koşar durur… Deli danalar gibi koşmak buradan gelir. Şaşkın, aceleci ve karasızdır hayvan…! Bizimkilerin / onlar kendilerini bilir… / hali de buna benziyor… Yapmacık, suni, sığ tavırlar… İğreti bakışlar. Yüzüne gökkuşağının tüm renklerini süren kızlar, kadınlar… İşyerlerinde sofu, kahvelerde liberal ve radikal yeni yetme iş adamları… Ve öyle kadınlar görürüm ki aklıma “Dinazor” M.Urgan’ın bebek poposunun rüküş bayanların yüzlerinden daha güzel olduğu benzetmesi gelir… Ve yine ömrü uzun olsun babamın “O kadar boyayı ben ….me sürsem daha güzel olur demesi geliyor…” Sırf bayanlar mı… Özal dönemiyle bitlenmeye ve adam beğenmemeye başlayan, palazlanan Müslüman tacirlere ne demeli… Ve yanlarında taşıdıkları kalas ebadında, cıvımış lokum suratlı kadınlar… Sanki alttan alta “Bakın benim eşim ne kadar güzel…!” der gibiler… Sizin kibarlığınız ve fiyakanız batsın… İki yıl önce Şah İn’de babayani, uzun mu uzun Konya’lı bir ayakkabı tacirinin kızıyla tanışmış ve sormuştum… “Ne oluyoruz…?!” Çok hoş tespitleri vardı… Hele bir tespiti vardı ki hala, hatırladıkça gülerim… “Bak, bak şunların sigara içmelerine” demişti… “Ellili yılların Türk filmlerindeki aşüfte, hafifmeşrep kadınlar gibi sigara içiyorlar…!”
Uzun yolculuklarımda hep yaşadığım haldir. Kilometre kadranını sonuna dayayıp arabayı sürmek. Hayat ipinin gerildiğini ve inceldiğini hissetmek. Gözüme kamyonları, tırları kestiririm. Kendime mi yoksa nahak yere altına girip başını belaya sokacağım insanları mı acırım ve vazgeçerim bilmem… Ama bildiğim bir gün ben vazgeçsem de ecelin benden vazgeçmeyeceğidir. “Gel” der bana…” İşte ben senin düşün, heyecanın, hayalinim…! Seni bekliyorum…” Ve fren tutmaz olur…
Yattığım yer yani yatak kızgın, öfkeli ve beni rahatsız etmek için günün bütün soğuğunu, puştluğunu toplamış. Bir ucundan diğer ucuna yuvarlanıyorum. Şekilden şekle giriyorum. Uzanıyor, kısalıyor, büzülüyorum. Gözlerimi zorluyorum. Olmuyor. Uykunun getireceği mutluluğa uzağım.
Altıma işediğim için nenemin elcukleri ile yaptığı çıtır çıtır ot yatağı, perdenin aralığından görünen yıldızlar… uzaktan uzağa köpek havlamaları, hemen camın ötesinden sanki “hadi gel seninle sırlarımızı paylaşalım” diyen ateş böcekleri, onlara inat kurbağaların geceyi teslim alan yaygaraları, ineklerin altımızdaki ahırdan gelen homurdanmaları… dabanca sesleri, kahveden dönen dayımın ve arkadaşlarının bahtiyar ve delikanlı gülüşleri. O günlere, o uykulara ne kadar uzağım şimdi.
Yatağında ebadı olmalı… Yatak ne kadar büyük olursa işkencede o kadar azman oluyor. Düşünce değil, düş değil, kabus. Karabasan. Heyula. İşkenceden işkence beğen. Koyunlar, keçiler, inekler hep yüz tane. Sayıp sayıp baştan alıyorum. Bitiyor.
Kulakları çınlasın Emine ablamla daha gün ağırmadan hayvan otlatmaya giderdik. Tüyden hafif yürüyüşü ile nenem gelir kaldırırdı beni. “Uşuğum istersen gitme..!” derdi. Küçüktüm. Beş yaşında anca vardım. Uykulu gözlerimi ovuşturarak hemen kalkar, o buz gibi canım sularla yüzümü yıkar ve hazırlanırdım. Efendi Babam namaz için kalkardı. Harmanın dibinde ekili olan ve üzerlerindeki çiğ damlaları ile otuz yıldır bir daha aynı tadı bulamadığım domates ile salatalardan koparır, anneannemim yaptığı gorik tuzun içinden çıkardığı bir kalıp peynir, ekmek… güğümle suyu alır, yola dizilirdik. Çarşıdan cici mama gelmiş olsa bile bu ayrı yenirdi. Dahası cici mama ekmekten sayılmazdı. O pasta, o börek gibiydi.
Kapıyı açar açmaz kemre kokusu ve buğusu yüzünüze çarpan ahırdan hayvanları çıkarır yola dizilirdik. Kabana getirirdik ineklerimizi. İneklerimiz ya iki olurdu ya da üç tane. Geçen arabaları sayabileceğimiz kadar yakındı Maçka-Erzurum yolu… Her gün aynı oyunu oynardık bıkıp usanmadan… Geçen arabaları sayardık. Bir gün ben Trabzon’dan Erzurum yönüne giden arabaları tutardım, bir gün ablam… Sayılarımızı ablam sayardı. Ablam on yaşındaydı.
Kızılay’ın tam göbeğine kamyonlarca kurt, çakal, sırtlan indirmek gibi bu yatakta uyumaya çalışmak. Bu aç, bu vahşi, bu uzlaşma sevmeyen hayvan sürüsünün Sakarya’ya, İzmir Caddesine, Sıhhiye’ye Güvenpark’a doğru dağılışları gibi dağılıyor düşüncelerim. Birinin önünü kesene kadar bir diğeri talan etmiş oluyor bir düşüncemi. İnsanlar ağır çekim, uyuşuk hareketler ile yürüyor ve hareket ediyorlar. Her şey ağır çekim. Hiç kimsede şaşkınlık belirtisi yok. Bir tek çocuklar biraz tedirgin. Bu şaşkınlığa düşmemiş olmamaya hayret ediyorum. Aptal aptal bakıyorum. Bu azgın hayvan sürüsü ile bu kibar görünüşlü insan taifesinin bu denli anlaşabilir ve yakın olmalarının üzerine kafa yoruyorum. Aynı zihniyet diyorum. Farkımız yok birbirimizden.
Her taraf kan lekesi. Ayaklardan, kollardan, memelerden, apış aralarından kan izlerini sürüklüyor insanlar. Kiminin gırtlağı parçalanmış, kiminin yüzü kaybolmuş… Herkes yine işinde… Günün ritmi azalmıyor, artmıyor. Ölen ölüyor, kalan sağlar devam ediyor.
Benim çocukluğumun “bizim oralardasın da” yaz başında hayvanları ahırdan çıkardıklarında / kış süresince içeride kalmış olmanın darlığı ile / hayvan nereye koşacağını bilmeden koşar durur… Deli danalar gibi koşmak buradan gelir. Şaşkın, aceleci ve karasızdır hayvan…! Bizimkilerin / onlar kendilerini bilir… / hali de buna benziyor… Yapmacık, suni, sığ tavırlar… İğreti bakışlar. Yüzüne gökkuşağının tüm renklerini süren kızlar, kadınlar… İşyerlerinde sofu, kahvelerde liberal ve radikal yeni yetme iş adamları… Ve öyle kadınlar görürüm ki aklıma “Dinazor” M.Urgan’ın bebek poposunun rüküş bayanların yüzlerinden daha güzel olduğu benzetmesi gelir… Ve yine ömrü uzun olsun babamın “O kadar boyayı ben ….me sürsem daha güzel olur demesi geliyor…” Sırf bayanlar mı… Özal dönemiyle bitlenmeye ve adam beğenmemeye başlayan, palazlanan Müslüman tacirlere ne demeli… Ve yanlarında taşıdıkları kalas ebadında, cıvımış lokum suratlı kadınlar… Sanki alttan alta “Bakın benim eşim ne kadar güzel…!” der gibiler… Sizin kibarlığınız ve fiyakanız batsın… İki yıl önce Şah İn’de babayani, uzun mu uzun Konya’lı bir ayakkabı tacirinin kızıyla tanışmış ve sormuştum… “Ne oluyoruz…?!” Çok hoş tespitleri vardı… Hele bir tespiti vardı ki hala, hatırladıkça gülerim… “Bak, bak şunların sigara içmelerine” demişti… “Ellili yılların Türk filmlerindeki aşüfte, hafifmeşrep kadınlar gibi sigara içiyorlar…!”
Uzun yolculuklarımda hep yaşadığım haldir. Kilometre kadranını sonuna dayayıp arabayı sürmek. Hayat ipinin gerildiğini ve inceldiğini hissetmek. Gözüme kamyonları, tırları kestiririm. Kendime mi yoksa nahak yere altına girip başını belaya sokacağım insanları mı acırım ve vazgeçerim bilmem… Ama bildiğim bir gün ben vazgeçsem de ecelin benden vazgeçmeyeceğidir. “Gel” der bana…” İşte ben senin düşün, heyecanın, hayalinim…! Seni bekliyorum…” Ve fren tutmaz olur…
Uykusuzluk neler yazdırıyor insana…
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız ( Toplam 1 yorum yapılmış )

evet_isyan [ 2007/01/29 22:54 ]
biz buradayız, içinde uyku satılmayan gecelerde...belli ki siz de oradasın, kimbilir kimlerin uykusuna karıştığınız gecelerde...

buyrun, gecelerimizi yoldaş eyleyelim..bir damlacık kanımız kaldı, sizinle kankardaş olmaya kafi gelir...


 


Yazarın Tüm Yazıları
 2009.02.12 -  Otur oturduğun yerde
 2008.12.12 -  Kumar oynamıyor musun?
 2008.12.02 -  Biz aşkı Orhan Gencebay’dan öğrendik...
 2008.11.25 -  Su akar yatağını bulur...‏
 2008.09.09 -  Beyaz mendil
 2008.08.16 -  Su toplayan yerimiz, neremiz?
 2008.07.31 -  Yeşil taşı arıyorum
 2008.07.19 -  Yakınlık ne anlama gelir?
 2008.07.01 -  Ben korkağın tekiyim…
 2008.06.23 -  Ninem, ağzına sağlık...‏
 2008.06.16 -  Getire getire bunu mu getirdin?
 2008.06.09 -  Esin Abla ile Halil Emmi
 2008.06.04 -  Bin kaç oluyor?
 2008.05.22 -  Ne budala bir oyun!
 2008.05.14 -  Nasıl kıskanmam?
 2008.04.22 -  Hakemi gözüm ısırıyor!..
 2008.04.08 -  Ellerimi bir çocuğa verdim...
 2008.03.31 -  Çay daveti
 2008.03.24 -  Başka cumartesi
 2008.03.19 -  Bir Zeynep vardı...
 2008.03.15 -  Bacanak kardeşim (2)
 2008.03.06 -  Bacanak kardeşim (1)
 2008.02.29 -  Gül kanayarak açar!
 2008.02.23 -  Kelam bilmeden “kelam” etmek
 2008.02.19 -  Seninle…
 2008.02.16 -  Çiçekçilere uğrayın
 2008.02.11 -  Şenlik yapılsın!...
 2008.02.08 -  Biz ona masal deriz
 2008.01.31 -  Yükseklere nişan alanlar‏
 2008.01.26 -  İnsan bolluğu
 2008.01.17 -  Bataklık bekçileri
 2008.01.09 -  Yorgancı ile kuyumcu
 2008.01.03 -  Geceler içimde hece
 2007.12.28 -  Gülüm
 2007.12.18 -  İş teklifi...
 2007.12.17 -  Korkmak...
 2007.12.12 -  Zarlar atılmıştır!
 2007.12.05 -  Sevgilim olmayan uyku
 2007.11.29 -  Bu kitaplar kaça?-2
 2007.11.19 -  Bu kitaplar kaça?-1
 2007.11.12 -  Nedir baktığın dede?
 2007.11.06 -  Meşguldüm dönemedim, yoğundum yazamadım
 2007.10.29 -  Kızım sana söylüyorum!
 2007.10.21 -  Kalbime sordum
 2007.10.15 -  Rıfat
 2007.10.08 -  Eylül, yine gel
 2007.06.18 -  Hoşçakalın
 2007.06.02 -  Yaşamak galip geliyor
 2007.05.29 -  Orman yanıyordu
 2007.05.25 -  Söyleyeceklerim Var 2
 2007.05.22 -  Söyleyeceklerim var 1
 2007.05.17 -  Üşüyorum kapama gözlerini...*
 2007.05.14 -  Siyah yıldızlar
 2007.05.10 -  Sarhoştan yağ çıkarmak
 2007.05.07 -  İnsan değil misin usta?
 2007.04.30 -  Bir başka zemin...
 2007.04.28 -  Tabanca ile gösterilen penaltı...!
 2007.04.23 -  Güller mi düşüyor gözlerinden?
 2007.04.16 -  Bazı Aşkların Ölümdür Kafiyesi"*
 2007.04.09 -  Her tebessümün kankardeşi
 2007.04.01 -  Ömrümü içine alan parantez
 2007.03.26 -  Bizim mahallenin abisi
 2007.03.19 -  Yandı,bitti,kül...
 2007.03.13 -  Meşgul görünmekten bıktım.
 2007.03.05 -  Cesaretsiz adamın notları 2
 2007.02.27 -  Cesaretsiz adamın notları 1
 2007.02.22 -  Kaç tavuğunuz var?
 2007.02.12 -  Karakış
 2007.02.05 -  Geri dön çocuk!...
 2007.01.30 -  Ya taş, ya kuş...!
 2007.01.22 -  Uykusuzluk neler yazdırıyor insana…
 2007.01.16 -  Güzel abim...
 2007.01.08 -  Güneşin kızını isteyen fare
 2006.12.25 -  Doğum günüm
 2006.12.19 -  Çıldırın!
 2006.12.09 -  Yağmurumuz var
 2006.12.04 -  Bol nahtarlı bir hikaye
 2006.11.27 -  Temayül ve uçurum
 2006.11.20 -  Yazı ve hüzün
 2006.11.13 -  Ve sen...
 2006.11.06 -  Geceydi
 2006.10.30 -  Bir Türk Dört Japon
 2006.10.26 -  Bekliyorum…
 2006.10.16 -  İnadına gülümsemek
 2006.10.11 -  Kardeşimdi...
 2006.10.09 -  Başlarken…
Aslan Korkmaz gelirken, Tuzcuoğlu giderken…
Lokman Koyuncuoğlu
Çokeşliliğe “hayır” mı diyorsunuz?
Mert Aslan
Otur oturduğun yerde
Memduh Nihat Ada
Davos Krizi; Erdoğan milat attı, Perez yavuz hırsız.
Taner Aydın
Affan Dede'ye para saydım
Mustafa Azılıoğlu
Boya boya çek
Huriye Karnap
Her ıslanan anlamaz!
Semra Hoyraz
MÜSİAD Farkı
Aydoğan Deveci
Davos ve sonrası…
Dr.Ali Can
Anlatma Sanatı
Alev Ayyıldız
Yapboz
Nadide Ü.Altıparmak
Göçmen Kuştu Kalbim
Hakan Bahçeci
 

Bu Site Konda İletişim ve Medya Grubunundur.
E-Posta: bilgi@haberkonya.com