|
|
|
1983 yılının Haziran ayında bütünlemeye ders bırakmadan mezun olmuştum. O dönemde öğretmen olmak isteyenlerin atamaları hiçbir sınava girmeden yapılıyordu. Milli Eğitim Bakanlığı’na müracaatımı yaptım, artık neresi gelirse tayin beklemeye başladım.
İlâhiyat Fakültesinin son sınıfında iken, belki de bir şuur altı ukde sebebiyle tekrar üniversite sınavına girmiştim. Çünkü ilk sınavım, önceki yazımlarımdan birinde belirttiğim üzere olağanüstü şartlarda olmuştu. Hasbe’l-kader girdiğim İlâhiyatı severek bitirmiştim ama sanırım hızımı alamamıştım.
Bir taraftan öğretmenlik tayini beklerken diğer taraftan da sınav sonucunu bekliyorduk. Tayinden önce sınav sonucu açıklandı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesini kazanmıştım. Bundan haberdar olan ve babası o zamanlar Diyânet İşleri Başkan Yardımcısı olan bir arkadaşım, öğretmenlik başvurumdan vazgeçip Diyanet’e müracaat etmemi tavsiye etti. Çünkü çok uzak bir yere öğretmen olarak tayin olmam durumunda Hukuk Fakültesini bitirebilme şansımın azalacağını, ama Diyânette görev alırsam Ankara çevresinde bir yere tayin hususunda bana anlayış gösterileceğinden söz etmişti. Bunun üzerine öğretmenlik müracaatımı geri aldım ve Diyânet’in açtığı “murâkıplık” sınavına başvurdum. Fakat bu sınavda, açık kadrolar sayıda geçmişte imamlık yapmış, İlâhiyat mezunu arkadaşlarımız tercih edildi. Açıktan atama hiç yapılmayan bu sınav “görevde yükseltilme sınavı” niteliğinde idi. Öğretmenlik başvurusu yapan arkadaşların tayinleri de çoktan yapılmış, biz açıkta kalmıştık.
Hukuk Fakültesinin derslerine düzenli olarak devam ederken yeni bir arkadaş çevresi de edinmiştim.
1984 Şubatının ilk günlerinde sömestri tatilinden Ankara’ya döndüğümde Selçuk Üniversitesinin “araştırma görevlisi” ilanı verdiğini haber aldım. Açılan kadrolar içinde benim için en uygun branş “İslâm Hukuku” idi. İlk gelip sınav başvurusu yaptım. 13 Şubat 1984 de dil sınavı; 15 Şubat’ta da bilim sınavına girdik.
O günlerde Meram Yeni Yoldaki, -Konyalıların tabiriyle- “battı-çıktı” alt geçidinden sonra Sema oteli ve “Öğretmen Evlerinden” başka pek fazla bina yoktu.. Meram’a doğru “açık arazi” görünümü vardı. Meram Yeni Yol şu andaki haline göre oldukça dar idi ve “geliş-gidiş” bölünmüşlüğü de yoktu. İlâhiyat ve Eğitim Fakülteleri şehir dışında olma görünümleri vardı. Dolmuş ve otobüs seferleri de, şimdiye göre oldukça seyrekti.
Günümüzde araştırma görevliliği sınavına giren biri, kazandığı takdirde “on gün” içinde göreve başlayabilirken, bizim göreve başlayabilmemiz tam “yedi ay” sonra 29 Eylül 1984 de olabilmişti. Çünkü “ihtilal döneminde özellikle üniversitede görev alacak vatandaş hakkında asıl olan onun sakıncalı oluşudur. Güvenlik soruşturması yapılmalıdır.”
Benden tam bir yıl mezun olan arkadaşlarımla birlikte resmi göreve başlayabilmiştim.
Sınavı kazanıp atama işi tamamlanınca, “lisansüstü programlar” henüz gelişme aşamasında olan üniversitemizde açılamayınca Ankara Üniversitesinin “doktora” sınavına girip başarılı oldum ve derslerini almak üzere fakültemden bir yıl izinli sayıldım. Ancak o dönemlerde bankamatik kartı olmadığı ve maaşlar mutemetler tarafından personele işyerinde ödendiğinden mecburen her ay maaşımı almaya Konya’ya geliyordum.
Ankara’da hem doktora derslerine devam ediyor, hem de artık ikinci sınıfında olduğum Hukuk Fakültesindeki dersleri devam mecburiyeti olmamasına reğmen mümkün olduğu kadar aksatmıyordum. Kanunların dili ve hukukî tabirler genelde Arapça kökenli kelimelerle 1926 ların Türkçe’sini yansıttığından, lise mezunu arkadaşlara göre çok büyük avantajım vardı. Çünkü birçok sınavda “kanun” metinlerini kullanmak serbestti. Ders kitabını yeteri kadar çalışamayan arkadaşlar kanunu o haliyle anlayamadıkları için zorlanıyorlar ama bu serbesti benim için “meşru bir kopya” oluyordu.
Artık Konya’da resmi görevi de olan bir öğrenci olduğum için, hem İlâhiyat hem de Hukuk Fakültesinde Konya’lı arkadaşlarla daha ayrıcalıklı bir dostluğumuz oluşmuştu. Şu an Konya’da bulunan Av. Ali Fuat Eroğlu, Av. Cengiz Erkoyuncu, Av. Orhan Tulukçu, Av. Hayrullah Küçükdağ gibi isimler bunlardan bazıları idi..
Henüz Konya’da bir ikametgahım olmamasına rağmen, artık, o zamanlar 2. ligde olan Konyaspor’un her haftaki maçının sonucunu merak edecek kadar “Konyalılaşma” sürecine girmiştik. Yani onlarla aynı duyguları Konyaspor sayesinde yaşamaya başlamıştım.
1985 Haziranında doktora dersleri bitti, Hukuk Fakültesinde de 3. sınıfa geçtim, tam Konya’ya kesin gelişle döneceğim ki, bir gelişme daha!.. Türkiye Diyanet Vakfı, Türkiye’deki bütün İlâhiyat Fakültesindeki hocalardan arzu edenlere, Ankara’da yaz tatili boyunca yabancı dil kursu verecek. İaşe ve ibate vakfa ait. Biz Konya’ya dönmeyi düşünürken Konya’daki hocalarımızdan epeyce bir kısmı Ankara’ya geldi. Onlarla daha yakından tanışmamız Konya’da değil Ankara’da oldu. Yaklaşık 3.5 aydan fazla öğrenci yurdu şartlarında beraber olduk. Ancak hocalarımız her hafta sonu Konya’ya evci iznine (!) geliyorlar, ben Ankara’da kalıyordum. Yanlarında götürmedikleri kıymetli eşyalarını da bana emanet ediyorlardı. Otobüs firmalarımızdan birinin Ankara’daki servisi, Cuma namazlarından sonra Kocatepe’deki eğitim merkezinin önüne gelip hocalarımızı alıp otogara götürürken ben sadece el sallıyor, “güle güle gidin-gelin” diyordum.
|
Köşe Yazısı
Hakkındaki Yorumlarınız
|
Yazarın Tüm Yazıları |
|
|
|
|
|
|