Muhtemeldir ki korkakların en bariz vasıflarından biridir uyumak.
Şimdi, kısa ikindi gölgeleri daha yeni karşılaşmışken kirli ve egzoz kokan
karanlığı, hemen üç adımda ulaşacağım kanepeye uzanıp geceler ve gündüzler
boyu uyumak istiyorum.
Belki de hiç uyanmamak.
İşte bu benim korkumun resmidir!
Kaçmaya, uyumaya bile mecalim yok.
Kırpıntı haline dönüşmüş, kullanılmaktan eskimiş cesaretlerimi toplasam ne
fayda.
Sigaramı zor yakar bu ateş.
Biliyorum ki uyku, yok sayma, geciktirme hiçbir derde -derdime- çare değil.
Adam olabilsem, yüreğime cesaret körükleyebilsem, ayağa kalkacak ve ''işte
ben buradayım'' diyeceğim.
Avukat Hanım ''beş gün kesinleşmiş cezanız var'' diyor.
Bunu uzatamaz mıyız diye soruyorum.
''Ne olur, sağlıklıyım, aklım başımda. Beni beş değil, beşyüzgün içeri
attıramaz mısınız?''
''Ciddi olamazsınız!''
''Niçin?!''
''Yoksa diyorum, yoksa daha kötü işler yapacağım.''
Bugün her yanına toz sinmiş bir mobilya atölyesinde eğri büğrü harflerle
yazılmış bir duvar yazısı okudum.
Şöyle diyordu bilge usta!
''Acemi marangozun talaşı, odunundan çok olur!''
Ne müthiş bir saptama!
Kaç kalın ders kitabı verebilir bu öğüdü?
Kaç kendi öğrenmemiş öğretmen?
Aklıma Hermann Hesse'nin ''Çarklar Arasında'' isimli romanındaki bölüm
geliyor.
Yaklaşık şöyle diyordu.
''Sınıfında bir dahi görmektense fazla ses çıkarmayan bir eşek görmeyi yeğler
öğretmenler''
Tüm öğretmenleri yani hocalarımızı kapsayan bir yargı değil elbet.
Ama ideal sahibi, yeni literatürde özgün dedikleri türden öğretmenlerinde
yok denecek kadar az olduğunu biliyorum.
Hoş bir tek öğretmenlere has bir eksiklik değil bu söylediğim.
Ülkem insanının ortak paydası.
Bu vesileyle Ömer Muhtar, Ölü Ozanlar Derneği ve Can Dostum gibi filmlerin
sınıf öğretmenliği bölümünde mecburi seyrettirilmesi taraftarı olduğumu da
söyleyeyim.
Sabah uykulu ve yorgun gözlerimle büroya gelirken arabada kitap okuyorum.
Elimde Aziz Nesin'in ''Rüyalarım Ziyan Olmasın'' isimli öykü kitabı var.
Kitabın sonlarına yakın yer alan bir öyküye öyle bir dalıyorum ki arabanın
Opera Meydanında, her zamanki güzergâhını değiştirdiğini geç fark ediyor ve
hemen iniyorum. Son bir sayfası kalan öyküyü kaldırıma dikilip okuyorum.
Ağladım ağlayacağım. Bu son aylarda niye bilmiyorum bazı okuduğum eserler
beni aşırı derecede etkiliyor. Bundan iki ay kadar önce de gece eve giderken
böyle bir durum yaşadım. Bekir Yıldız'ın ''Reşo Ağa'' isimli öykü kitabını
okumaktayım. Yıllar önce okuduğum bir öykü. Yeniden okuyunca donup kalıyorum
öylece. Erkekliğime, erkeklere, geleneğe, aşiretlerin getirip dayattığı
göreneğe, her şeye, ama her şeye küfür edesim geliyor. Sesim çıkmıyor.
Öyküde yaşanan olaya şahit olmuş ve sessiz kalmışçasına utanç içindeyim.
Otobüs güzergâhının değişme sebebini görüyorum Sıhhiyeye yürürken. Yollar
kesilmiş. Ortalık polis kaynıyor. İşçi sendikalarının mitingi var. Polis
çantamı karıştırıyor. Yüzüme bakıyor. Geç diyor.
Dün Ankaray ile Aşti'ye gidiyorum.
Bir anne oğulu seyrediyorum. Anne kırk yaşlarında. Oğlan çocuğu on
yaşlarında ve kör. Güzel mi güzel. Sevimli. Saçları uzunca. Anne oğul, öyle
bir sevişiyorlar, öyle bir muhabbetleri var ki gözlerim ıslanıyor. Utanmasam
ve yanlış anlaşılmayacağını bilsem, gidecek, kadının ellerini çocuğun
gözlerini öpeceğim. Siz güzel anneler. Siz ellerinizi hangi şerbete banar, o
güngörmüş, günler görmüş ellerinizi hangi pınarda yıkarsınız?
|
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız
( Toplam 3 yorum
yapılmış )
nl..
[
2007/03/05 11:53
] |
|
...şafak, gecenin en koyu olduğu ana çizgi kadar yakındır..ve yiğit düştüğü yerden kalkar..uyku.. belkide çaresizliğin ifadesi.. herşey bitmiş değil..tükenmişliği insan hissederse tükenmiştir..yoksa ümit ne işe yarardı.? |
|
|
|
Nazim Hikmet Ran bir siirinde ''Uyumak sevgilim! uyanmak yüzyil sonra'' diyordu. Ilerde herseyin adaletli bir paylasimla dagitildigi, ezilenlerin seslerinin yükseldigi bir dünyayi hayal ediyordu yüzyil sonra....fakat görüldü ki; ezilenlerin bizatihi kendisi ezenleri alkisliyo..demek ki uyumak rüyalarimiza bile sifa olmayacak bir hastalik tasimakta ve uyuyan da o hastaligin pencesi altinda sekarat gecirmekte yalnizca...kaleminize kuvvet! |
|
|
|
bütün cesaretlerin ırmağı, hayat denizine akar Memduh bey; hayat denizi ise, öyle fırtınaların, öyle devasa dalgaların harmanıdır ki, ''değme'' cesaretler dışındakiler dayanır ancak ona. çünkü, ''değme'' cesaretlerin, fırtınayı durduracağını sanan yürek, bir saniye sonra anlar düştüğü yanılgıyı. oysa, küçük gayretlerin, minik kararların, ufacık sözlerin hayat denizine mukavemeti, insanı şaşırtacak kadar güçlüdür: bir telefon edersiniz herşeyi göze alıp, yeni bir hayat imkanı doğar. bir kara kitap okursunuz ihtişamından korkmayıp, yıllarca kimselerin bilemeyeceği rüyalar görürsünüz; bir yolculuğa çıkarsınız, denizaşırı bile değil, belki dolmuşla ve belki birkaç semt öteye, bakarsınız ki, kapağını açmadığınız defterleri çıldırtacak hikayeler orada saklı...değişir cümle kainat, küçücük kalbinizin küçücük cesaretiyle. böyledir! böyle gider denizde tekne, ya batar, ya çıkar! |
|
|
|
|
|
Yazarın Tüm Yazıları |
|
|
|
|