Anlatacağım hazin, dokunaklı ve içler acısı bir hikâyedir. Zahirine bakılsa
meczup ve göğsü yarılıp bakılsa sevgi dolu, billur bir kalp taşıyan bir
adamın, Bülent abinin öyküsüdür. O, şimdi yarı yarıya yitik; o, şimdi
dünyanın bütün felsefesini hatmedip aşmış bir divane.
O, kalbimin en derinindeki yara.
Uzun boylu bu yiğidi, sokağımız daha çok hayır işlerinde koştururken
görürdü. Kimin düğünü varsa Bülent abi akşamdan orada biter ve kimseden iş
beklemeden elinden ne geliyorsa yapardı. Benim de bulunduğum birçok cenazede
tabuta omuz veren ve fevkalade bir doğallıkla mezara inendi.
Yaz kış gölgesi olan bir ağaç gibiydi.
Mütebbessim, doğal, samimi ve sükûnet sahibiydi.
Biri kendisinden küçük üç kız kardeşi vardı. Evinin tek oğlu olmasına
rağmen, annesi Melahat teyzenin, kızlarından taraf olmasıyla, ailesinin üvey
çocuğu gibiydi Bülent abi.
Ablası Nermin abla 30 yaşında evlenmiş, tahta gibi düz vücutlu bir kız
kurusuydu. Kız kardeşi Sevim abla da, ablası gibi sokağımızın sevilmeyen
tiplerindendi. Lisede okuduğu yıllarda, hakkında birçok dedikodu çıkan Sevim
Ablanın olmayan güzelliği ile değil, kötü vasıflarıyla anıldığı günlerde,
Bülent abinin uzun süre ortalıkta görünmediği anlatılırdı.
En küçük kız kardeşi yani bizim akranımız olan Hatice, ortaokuldan sonra
okumamış ve Nermin ablanın düğününden bir ay sonra kocaya kaçarak çoluk
çocuğa karışmıştı.
Bülent abinin babası manavdı. Sokağımıza teğet geçen Sakarya Caddesi
üzerinde, şimdi yıkılmış olan o eski, o hep birbirine benzeyen tek sıra
dükkânlardan birini işletiyorlardı. Pek konuşkan biri değildi Murat amca.
Dükkânda Bülent abi varsa şöyle bir uğrar selam verir yoksa ipe dizili
marullardan ya da Adana karpuzu dedikleri karpuzlardan alıp, uzun yaz
günlerine denk düşen iftarlarımıza yetişirdik.
Düğününde bütün sokak ve bilhassa biz delikanlılar az mı oynamış az mı
eğlenmiştik! Hemen herkese iyi ve kötü gününde destek olan Bülent abimizin
evliliğini, ailesi hariç tüm sokak kutluyor ve gönülden katkıda bulunmaya
çalışıyordu. Çünkü o, kiminin Bülenti, kiminin arkadaşı, bizim de upuzun
abimizdi. Sokağımızın kederli yediveren gülüydü Bülent abi.
Eşi, Sakarya'nın büyük ilçelerinden biri olan Karasu'nun Yamaçlar
köyündendi. Zeynep yengenin bir ayağı kısa olduğundan hafif topallayarak
yürürdü. Bülent abi ile bir köy düğününde tanışıp birbirlerini sevdiklerini
ve Melahat teyzenin karşı çıkmış olmasına rağmen evlendiklerini biliyorduk.
Bu hoşnutsuzlukları nedeniyle, düğün günü bütün sokak ve
Bülent abi eğlenmeye çalışırken Melahat teyze, kızları Nermin ve Sevim abla
düğüne iştirak etmemişler, bu nedenle komşular tarafından ayıplanmışlardı.
Bülent abi, babası, annesi ve Sevim abla ile beraber otururdu. Bahçelerine
ya Bülent abiyi çağırmak için ya da avlularına kaçan topumuzu almak
girerdik. Geç kalmamız halinde, gudubet Melahat teyze topumuzu keserdi!
Bülent abiye olan sevgimiz ve Melahat teyzenin yaşlılığına hürmetimizden
dolayı homurdanıp dursak da bir şey diyemezdik.
Ta uzaktan görünecek kadar uzun boyuyla Bülent abi, sokağa girip yürümeye
başladığında, başta çocuklar olmak üzere hepimiz sevinirdik. Yolun sağ
tarafından, elinde meyve kasalarının yakacak için kırılıp istiflenmiş
odunları, çürümeye yüz tutmuş meyve ve sebzelerle dolu büyük bir pazar
torbası ve cebinde küçük çocuklar için daima şeker olurdu. Kadın-erkek,
yaşlı-genç ayırmadan herkese selam verir, hal hatır sorar ve çocuklara şeker
dağıtırdı. Büyücek çocuklara, ''Siz artık ''delikanlı oldunuz!'' yahut ''Genç
kız oldunuz!'' der, saçlarını okşar, gönüllerini alırdı.
Zeynep yenge ise dışarıda pek görünmezdi. Daha çok öğlen üzeri dükkâna yemek
götürürken yahut dükkândan dönerken görürdük kendisini. Ona olan sevgi ve
hürmetimiz sadece Bülent abimizin eşi olduğu için değildi. Mazlum bir
güzelliği vardı yengemizin. Rastlaştığımızda tebessümle selam verir ve
karşılığını mutlaka alırdık. Mazlumdu. Melahat teyze ile yaşadığı için
acırdık ona. Ve en az Bülent abimiz kadar severdik bu güzel yengemizi.
İki çocukları olmuştu: Merve ile Aslı. Aslı doğuştan özürlüydü. Merve o yıl
okula başlamıştı. Akranı olan çocuklarla pek oynamayan bu küçük kız okul
dönüşlerinde bakkal Halit amcanın eline zoraki tutuşturduğu sakızı alır ama
açmadan evine yollanırdı.
Akşama doğru evden telefon ettiklerinde almıştım acı haberi. Zeynep yenge,
Melahat teyze ile Sevim ablanın evde olmadığı bir vakitte, kendisini ve
çocuklarını odaya kapayarak havagazı ile intihar etmişti. Sokağımıza doğru
koşarak gelirken, benim gibi haberi yeni almış birçok insanın da şaşkın ve
inanmaz bakışlarla hızlı hızlı yürüdüklerini görmüştüm. Bülent abilerin
evinin önü insan doluydu. Ağlamaya ve lanetler okumaya başlamış, nihayet
Bülent abinin en yakın arkadaşı Zeki abinin tatlı sert ikazı ile azap verici
bir isyanla suskunluğa bürünmüştüm. Boğuluyor, durup durup ağlıyor, hiç bir
şey yapamamanın çaresizliğiyle habire yumruklarımı ısırmıştım.
Her şey aşikârdı. Melahat teyze kadar, biz komşularda suçluyduk. Suçluyduk
ve
suçüstü yakalanmıştık. Tüm sokak semavi bir mucizeyi bekleyip durduk gece
boyu. Hepimiz biliyorduk ki Zeynep yengenin intiharının arkasında, Melahat
teyzenin kaynanalık egosunu tatmin adına ortaya koyduğu sığ, basit ve
seviyesiz davranışları vardı. Topal oluşu ve Aslı'nın doğuştan gelen özrü
de, Zeynep yengenin kabahatiydi onun gözünde.
Bülent abi sokak kapıların karşısındaki pirket duvarın dibine çökmüş, başı
dizlerinin arasında saatlerce öyle kalakalmıştı. Bizim arkadaşlardan
bazıları, seslerini olanca yükselterek Melahat teyzeye bağırıyor ve tahta
perdeleri yumrukluyorlardı. Ağlıyorduk. Ağlıyorduk. Delirmek istiyor ama
deliremiyorduk! Ancak ne bağırmalarımız ne de feveranlarımız Zeynep yenge
ile iki küçük masum çocuğu geri getirmişti. O gece sokağımızın bütün
erkekleri yıkılmış ve parçalanmış bir vaziyette dışarıda sabahlamıştık.
O güzel ölüleri Gülnaz teyze yıkamıştı! Bütün sokak için için değil, açıktan
açığa ağlayarak camiyi dolduruyordu. Kimse kimseye bir şey diyemiyor ve bu
halde topluca acının en karanlık kuyusuna sürükleniyorduk. Bülent abinin,
kırışmış alnı ve küçülmüş gözleriyle musallada yatan eşine ve iki kızına
bakarken, ağzını bıçak açmıyordu.
Cenaze namazından sonraki kalabalıkta kaybolmuştu Bülent abi ve ikindi
ezanları okunduğu sırada hâlâ bulunamamıştı. Biz ise Zeynep yengeyle
çocuklarını mezarlığın yalnızlığına bırakıp, yeniden sokağımıza dönmüştük.
Zeynep yengenin intihar etmeden önce yazdığı kısa mektubun içeriğini, Zeki
abiden dinlemiştik. Şöyle diyordu: ''Hakkını helal et Bülentim. Seni hep
sevdim. Komşularımızı, arkadaşlarını, mahallenin delikanlılarını, genç
kızlarını da sevdim. Biliyorum onlar da beni sevdiler. Onlar da haklarını
helal etsinler. Ve çocuklar... Çocuklar seni çok sever Bülentim. Sana
vasiyetim onları şekersiz bırakmayasın...''
Melahat teyzeler, evlerini satıp Bursa'ya taşındılar.
Bülent abi, üç ay kadar ortalıkta görünmedi, bulunamadı.
Şimdilerde, tıpkı eskiden olduğu gibi, akşam saatlerinde çocuklara şeker
dağıtmak için giriyor sokağımıza. Her çocuk Aslı, her çocuk Merve onun için.
Saçlarını okşuyor her birinin ve yanaklarına gözyaşlarını bırakarak geldiği
gibi ağır ağır terk ediyor sokağımızı...
*Turgut UYAR
|
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız
( Toplam 8 yorum
yapılmış )
|
Yine içimde bir acı aklımda karmakarışık düşünceler bıraktın bu yazınla...Neden insanlar bu kadar acımasız, bilinçsiz demekten alıkoyamıyorum kendimi.Yapılan hatalar dönüşü olmayan yollara sürüklüyor bizi yollar ise kendini sokağa aralıyor oysa sokaklar çıkmaz sokak, çıkışı olmadığı gibi dönüşü de yok... Keşke insanları olduğu gibi kabullenmeyi başarabilsek, ne güzel olurdu. O tertemiz yüreğine sağlık abicim.İyiki varsın... |
|
|
|
Yine içimde bir acı aklımda karmakarışık düşünceler bıraktın bu yazınla...Neden insanlar bu kadar acımasız, bilinçsiz demekten alıkoyamıyorum kendimi.Yapılan hatalar dönüşü olmayan yollara sürüklüyor bizi yollar ise kendini sokağa aralıyor oysa sokaklar çıkmaz sokak, çıkışı olmadığı gibi dönüşü de yok... Keşke insanları olduğu gibi kabullenmeyi başarabilsek, ne güzel olurdu. O tertemiz yüreğine sağlık abicim.İyiki varsın... |
|
|
|
abi yazılarına yorum yapma haddini kendimde görmüyorum çünki siz herşeyi o kadar açık yazıyorsunuz ki biz ne desek zaten anlatmışsınız ben kayın validenizin vefat haberini aldım kendisine allah tan rahmet diliyorum başınız saolsun |
|
|
|
abim... yüreğine,kalemine sağlık gene aldın beni uzaklara götürdün... acılardan ders almalı insanlarımız ama nerde!!! kendine iyi bak görüşmek üzere |
|
|
delal
[
2007/04/17 17:36
] |
|
Varsın biraz da yollar çeksin benim cefamı
Artık verin çocuklar, artık verin asamı!.
Bir başka kainata, bir başka yurda yol var;
Siz örtünün garipler siz örtünün abamı! |
|
|
zelal
[
2007/04/16 21:18
] |
|
Yüreğine sağlık güzel bir yazı a kalite tebrikler |
|
|
|
aşk ki, bazı ölümle sınanır, baız ölümden beter ayrılıklarla. dostluk ki, kaybedilişi, iskenderiye kütüphanelerinin ateşe verilişinden daha acı vericidir. kardeş ki, ona 'kardeşim' dediğiniz andan itibaren, akıp giden sularında, bilmem hangi köşesiniz törpülendiğine, hangi tarafınızın yengeçlere ve yosunlara evsahipliği yapmaya başladığına aldırmadan, taşlar gibi ağır ve taşlar gibi derin bir tevekkülle durursunuz yatağında...
bir adam öldürsem, cesedini saklayacak iki dostum var. üçüncüsü siz olur musunuz Memduh bey? |
|
|
asi
[
2007/04/16 12:07
] |
|
''Yaz kış gölgesi olan bir ağaç gibiydi. '' ne çok ihtiyacımız var bu tür insanlara... yüreğine sağlık memduh nihat ada. |
|
|
|
|
|
Yazarın Tüm Yazıları |
|
|
|
|