Türkiye, cumhurbaşkanlığı meselesinde de, hiç bir ülkede rastlayamayacağımız tartışmalara ev sahipliği yaparak, bir “rekora” daha imza atmış oldu. O kadar çok insan aynı anda konuşuyor ki, kimi takip edeceğimizi de bilemez hale geldik. Yani büyük bir fikir kirliliği oluştuğu için, halkımızın da kafası bir hayli karışık görünüyor. Peki, bu kadar geniş çaplı bir kakafoninin oluşmasının sebebi ne? El cevap: Cumhurbaşkanı adayının, mevcut iktidarın milletvekilleri arasından belirleneceği gerçeği. O halde buna karşı çıkacak olan kimler? El cevap: Mevcut iktidarı desteklememiş, ona oy vermemiş olanlar. Yani siyasi düzlemde, bütün muhalefet partilerinin, iktidara muhalif olan sivil toplum örgütlerinin ve diğer muhalif çevrelerin tepki göstermesi eşyanın tabiatına uygundur. Ancak, bu tepkileri gösteren bu çevrelerin, mevcut siyasi iradenin önünü kesebilmek için siyaset dışı yollara başvurması, Türkiye’nin demokratik evrim sürecinin tamamlanmadığını bir kez daha gözler önüne sermiştir. Oysa Anayasa’da her şey (Cumhurbaşkanlığı seçimleri de dahil) o kadar net bir şekilde belirlenmiş ki… Yazılı normlara rağmen, ilmini politikanın emrine vermiş bazı aydınların, mevcut siyasi iradenin önünü kesebilmek için akıllara zarar tespitlerde bulunmasını, bir vatandaş olarak hayretle izliyorum. Bu evlere şenlik tespitlerden bir tanesine çok güldüğüm için sizinle paylaşmak istiyorum. Siyasetin duayenlerinden olan, Sayın Cindoruk’un “Başbakan sabıkalı, cumhurbaşkanı olamaz” tespiti, 65 yaşından sonra mal ve mülk satışı için doktor raporunu mecburi kılan kanunun ne denli isabetli bir kanun olduğunu bir kez daha ispatlamıştır. Gerçekten de ilginç, sabıkalı bir insan, ülkenin geleceğini belirleyecek bir koltuğa, yani başbakanlık koltuğuna oturabiliyor, ama cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturamıyor…
Demokrasi kültürünü hazmedememiş insanların bu tavırlarını görünce aklıma, çocukluğumda yaptığımız mahalle maçları geldi. Bu maçlarda futbolun kurallarını çok iyi bildiğimiz halde, bazı arkadaşlarımız, son dakikalarda, maçı kaybetmemek için üç kornerin bir penaltı yaptığını öne sürerek, maçı kazanmaya çalışırlardı. Tabii ki büyük kavgalar kopardı, zira oyunun sonlarına doğru kuralın değişmeyeceğini ve gerçek futbol müsabakalarında böyle bir uygulamanın olmadığını hararetle savunurduk…
Bugün de siyaset açısından durum pek farklı değil gibi görünüyor. Mahalle siyasetine alışmış olan bazı çevreler, mevcut siyasi normları hiçe sayarak sonuca ulaşmak istiyor.
Lafı daha fazla uzatmadan, Cumhurbaşkanlığı makamı için verilen kavgalara son verecek olan şu sihirli formülü sizlerle paylaşmak istiyorum: Cumhurbaşkanın tüm yetkilerinin, halk tarafından, ülkeyi idare etmek için seçilmiş olan başbakana devredilmesi en uygun çözüm yoludur. Böylelikle iktidardaki siyasi irade tüm siyasi sorumluluklarını, günahıyla sevabıyla tek başına üstlenmiş olacaktır. Kısacası devletteki iki başlılık sona erecek ve tek başına seçilen bir iktidar, tek başına kararlar alabilecek fırsatı da bulmuş olacak. Cumhurbaşkanlığı makamı ise tıpkı İngiltere’deki krallık statüsü gibi, temsili bir statüye haiz olacak ve dolayısıyla bu makam, yaşını başını almasına rağmen siyaset sahnesinden inmek istemeyenlere, ya da siyaset yaparken ruhunu teslim etmek isteyenlere en uygun zemini sunmuş olacak. Bu yolla, hem daha istikrarlı çalışabilecek bir hükümetin önü açılmış olacak, hem de Cumhurbaşkanlığı koltuğu için bir daha böyle büyük çalkantılar yaşanmayacaktır. Ayrıca hükümet, sıkıştığı bazı konularda devletin başındaki bu bilge kişinin engin tecrübelerinden arzu ettiği zaman faydalanarak, güzel bir danışmanlık müessesesine de kavuşmuş olacaktır. Ha, benim için “Bu adam Ak Parti’den yana tavır alıyor” diyenler varsa, onlara Prof. Dr. Ergun Özbudun’un şu görüşüyle cevap vermek isterim:
“Hukukta dürüst yorum farkları her zaman görülebilir. Ancak bugün belli bir kesimin belli siyasal amaçlar doğrultusunda hukuk kurallarını çarpıtma gayretine karşı sessiz kalınırsa, yarın başka bir kesimin bambaşka amaçlar uğrunda o kuralları çiğnemesine söyleyecek sözümüz kalmaz. Hukuk herkes için her zaman gereklidir.”