Sevgili Hilal Hanım.
Birçok konuyu bir çırpıda anlatmaya çalışmanın getirdiği tıkanmayı -nereden başlamalıyım- aşmak için, sizin tavsiye ettiğiniz kitaptan kısa bir alıntıyı vesile kılıyor ve yazmaya başlıyorum.
Yazacaklarımın bütünü içinde şu görülecektir : Hayatın hercümerci içinde
sıraya koyamadığım duygu ve düşüncelerim gibi yazacaklarımda birbirinden kopuk ve belirli bir sıra içinde olmayacaktır.
''Daha da önemlisi bir insan salt okumak uğruna gerçek dünya ile bağını
koparmamalıdır.'' Schopenhauer / Okumak Yazmak Ve Yaşamak Üzerine.
Zaman zaman, bunca yaşımın anlayışına darbeler indirdiği için ''kötü
kitap!...'' tanımlamasını yakıştırmış olsam da sonuç itibarıyla okumaktan
keyif aldığım kitaptan altını çizdiğim onlarca cümlenin içinde bu cümleyi
öne çıkarışımın özel bir nedeni yok. Yazarın birçok görüşüne -uyamıyor ve beceremiyor olsam da- katıldığım gibi katılmadığım görüşleri de var.
Alıntıladığım cümle de katılmadığım görüşler hanesine yazdıklarımdan. Nedir ki tavsiye etmemekle beraber - çünkü bedeli ağır- ben kendi yaşam tercihimi zaten yaşanan gerçek hayatın olabildiğince dışına kurmaya çalışanım. Gerek içinde bulunduğum şartların yöneltmesi fakat daha çok bilinçli tercihimle daha özgür ve daha pervasız yaşamayı seçişim zaman içinde doğal olarak beni ''gerçek dünya'' değilse de insanların uzağına düşürdüğü muhakkaktır. Yalnız bir farkla. Ben bu tercihimi yalnızca daha çok ve daha hızlı okumak için -salt okumak uğruna- değil hayatı daha anlamlı yaşanır kılmak için tercih etmiş olduğumdur.
Yazarımız fazlası ile idealist. İdealizme karşı değilim. Ancak, sevip
sevmememiz bir yana, içinde bulunduğumuz toplumu ve yetişme şartlarımızı yok sayarak hareket edemeyiz.
Okuma yazmayı öğrendikten sonra yıllar yılı tek bir kitabı başından sonuna okumamış insanların milyonlarla saylı olduğu bir ülkede yaşayan biri olarak böyle en üst perdeden idealist kitapların pratik yaşayışımız ve okuma refleksimiz içinde hemen hiçbir karşılığının olmayacağını da düşünüyorum.
Yazarımızın düşünme ile ilgili görüşlerine de katılmıyorum. Düşünme bu kadar karmaşık ve abartılı değil bilakis sade ve nefes alıp verdiğimiz sürece hayatiyetini koruyacak olan zihinsel - doğal- bir eylemden başka bir şey değildir.
İçinde yetiştiğimiz aile şartlarından aldığımız eğitim ve ekonomik
şartlarımıza kadar. Hayatın içinde nerede durduğumuzdan gözümüzü diktiğimiz yere ve din, gelenek, şahsi yenilgilerimiz kadar. Nelerden vazgeçip nelerden vazgeçemediğimize kadar onlarca amilin ve kendi gayret ve kazanımlarımızın zihnimizde oluşturduğu bir ''elek''ten bakmaktayız dünyaya. Daha doğrusu benim düşünme tanımlamam budur. Herkes kendi becerisi ölçüsünde bir elek yapar zihninde ve karşılaştığı olayları o elekten geçirerek hazmeder. Eleğimizin boşlukları büyükse portakalı tek bir ağızda yeriz. Yok eğer eleğimizin boşlukları küçük ve hassas ise portakalı soyar, dilimler ve öyle yeriz.
Eleğimizin kalitesi ölçüsünde düşünür tavır belirler ve yaşarız.
Endülüs alimlerinden İbn Tufeyl'in ''Hayy Bin Yakzan'' isimli eserinde - ki türünün ilk örneğidir- kimsenin olmadığı bir adada yaşayan bir insan
anlatılır. Hiçbir eğitim almamış ve başka hiçbir insan ile karşılaşmamış
-etkilenmemiş- olmasına rağmen o, tek başına olan insanda düşünür ve kendine can vereni, Allah'ı arar. Yoksa yazarın dediği gibi düşünme çok özel insanlara lütfedilmiş zihinsel bir haslet değildir.
Az düşünen, çok düşünen olabileceği gibi. Hayrı düşünen ile şeytanlığı
düşünenlerin olduğunu da biliyor ve inanıyorum. Ve yine bilmekteyim ki
günümüzdeki en yaygın düşünce tarzı ''maslahat'' kavramını bahane ederek aslında korkaklığın ve riyakarlığın arkasına saklanan, daha az gayretle daha iyi yaşamanın yollarını bulmaya yönelik bir düşünme ve yaşayış biçimidir.
Düşünme Zümrüd-ü Anka kuşu değildir. Düşünmek ateşe uzatmadığımız elimizin
arkasında duran zihnimizdir. Zihnimizin içinde olanlardır. Duruşumuzu
belirleyen zihnimizi beslediğimiz kaynaklar değil midir?!...
Ahir ömründe tek bir kez polis copu yememiş ya da karakolun önünden geçerken dizleri titreyen ve hiçbir şekilde -korkaklığından dolayı- ezayı göğüslemeyi gönlünden geçirmemiş bir insan ile tankın üzerine yürüyen İranlı kadının aynı düşünce sistemini -eleği- kullandığını söyleyemeyiz elbet.
Sokrates Atina sokaklarında dolaşıyor ve çöpçüsünden meyhanecisine,
yosmasından milletvekiline kadar her önüne gelen insana bildik ve sıradan sorular soruyordu. Düşünüyordu Sokrates. Düşünüyordu ve zannımca şuraya varıyordu. Sorduğumuz sorulardı bizi tanımlayan verdiğimiz cevaplar değil.
Çok ama çok okumanın marifet olduğunu savunmuyorum. Az ama öz okumalı insan.
Ki günleri sayılı bir ömürde ''en iyi ve en güzele'' ulaşmayı istemenin
yaşamak kadar doğal ve kutsal olduğuna da inandığımı söylemeliyim.
Karmaşık ve gerek yaşayış ve gerekse zihni savrukluğum doğrultusunda
yazacağımı söylemiştim.
Son bir ay içinde -içlerinde kitaplı yazarda olan- altı kişiden kitap
tavsiyesi istedim. Kitap çıkarma aşamasında olan bir kişinin tavsiye ettiği kitap çok ama çok ilginçti. Kitaptan tek aklımda kalan, o da kitap ile alakası olmayan, kitabın ikinci sayfasındaki tek bir cümleydi. Ve neredeyse işkence halinde okuyup bitirdim kitabı. Gülümsedim. Eleklerimizin ne kadar farklı olduğunu düşündüm.
Kitap okumayla ilgili kendi görüşümü de yansıttığı için çok sevdiğim bir
alıntıyı sizinle paylaşarak bu karmakarışık mektuba son veriyorum.
Kemal tekrar sordu:
-Öyle mi? Hiç bitmeyecek mi senin bu okuman?
Muhsin Usta gözlüğünü çıkardı, camlarını hohlayıp sildi, gözüne taktı.
-Bitmeyecek, dedi. Hiç bitmeyecek!
-Niyetin katip olmak mı yani?
-Hayır.
-Ya?
-İnsan olmak.
-İnsan mı? İnsan değil misin usta? Orhan Kemal / Vukuat Var
Yeniden yazmak umuduyla...
Köşe Yazısı Hakkındaki Yorumlarınız
( Toplam 2 yorum
yapılmış )
kendimize has düşüncelerimizi özgürce söylebilmeyi başardığımız müddetce ve sizin gibi samimi.....! insanları önümüzde gördüğümüz müddetce yılmayacağız.söylemeyenler ve kendim adıma size teşekkür ederim.sağolun hocam
siyah..